Sosyal Medya

Güncel

ABD’li Müslümanlar Neden Radikalleşme Eğilimine Sahip Değiller?

Deniz Baran: “Dünyaca Ünlü İslami Kanaat Önderleri” dosya konumuz bağlamında şu an üzerinde durduğumuz coğrafya olan Amerika’daki Müslüman gençliğe, üniversitelere ve sivil toplum hareketlerine dair derinlikli bir bakış yakalayabilmek için Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Yenigün ile yaptığım röportajın ilk kısmında daha çok ABD’deki İslami örgütlenmelere, faaliyetlerine ve yayın hayatına odaklanmıştık. İkinci kısımda daha çok dini-fikri-siyasi yönelimlerini ele alacağız.



Batı’da son yıllarda Sufizme yönelik bir ilgi var. Amerika’daki bazı mühtedi kanaat önderleri de tasavvuf yolunu seçiyor, örneğin Hamza Yusuf. Bu ilgiyi nasıl yorumluyorsun?

Sufizm elbette Doğu egzotizminin önemli bir unsuru olarak hep cazibe kaynağı. Onun halkaları ve çevreleri farklı. Kendi içinde dönen bir camiası var. Müslüman olmadan Sufi olan da var malum. Gülenciler bu ilgiyi görünce oradan Amerikan halkını kazanmak için söylemlerini de uyarlamıştı. Gülen'i, ABD din piyasasına siyaseten çok alakasız olduğu Gandhi, Martin Luther King gibi sivil direniş önderlerinin yanına sokmaya çalışmalarının yanında dinî olarak da o çevreye iliştirme gayretleri olmuştu. ABD'nin her yerinde Mevlevi olmadıkları halde sema gösterileri organize etmeleri, Gülen'in “Sufism” gibi kitaplarla yaklaşma çabaları bu ilgiden istifade etme gayretlerini gösteriyordu. Halbuki benim küçüklüğümde, Sufi çevrelerden gelen biri olarak, Gülencilerle hep Nursi'den gelen tasavvuf muarızlığı noktasında tartışırdık

Ana soruya dönersek: Klişe yorumlar, “fazla maddiyatçı Batı insanı, Doğu mistisizminde yitirdiği manayı arıyor ve buluyor” gibi kalıplarla düşünüp konuşur elbette. Ama şunu unutmayalım: Yeni Müslümanları Sufiler kadar Selefiler de buluyor artık. Hatta daha da çok buluyor belki. Biraz daha karmaşık analiz çerçevelerine ihtiyacımız var anlamına geliyor bu. Mesela İmam Zeyd gençliğinde daha Selefî bir çizgiden uzaklaşarak sonradan daha Sufî bir çizgiye geçmiş bir insan. Onun şahsî hikâyesinden yola çıkararak yeni Müslümanları sosyal kökenleri üzerinden anlamlandırmak gerekiyor. Hapishanelerdeki tebliğ çalışmalarıyla Müslüman olan yoksul siyahlar, İslâm'ı akademide çalışarak Müslüman olan çoğunluk beyaz muhtediler, İslâm'ı okuyarak Müslüman olup daha sonra camideki maskulinist, cinsiyetçi ve tekçi anlayışları görüp dinden çıkanlar, Sufizm üzerinden mânâ bulanlar ama oradan Müslümanlığa çok geçmeyenler, akademide Müslüman olup bir türlü camiye ve cemaate kendini ait hissetmeyenler... Bütün bu segmentlere ayrı ayrı bakmak gerekiyor. Benim özel çalışma saham olmadığı için daha fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Her zaman aklımızda tutulması gereken ayrım bence şu: İslâm'ı kabul etmek ile Müslüman cemaatine dahil olmak arasındaki ayrım ve aşılmaz uçurum. Jeffrey Lang gibi çok sevdiğim kişiler bunları çok güzel ele alır kendi Müslümanlık tecrübeleri üzerinden. “Even Angels Ask”i bütün dostlarıma ve öğrencilerime tavsiye ederim.

Peki, Sufizme yönelim gibi bir Selefileşme akımı da var dedik…

Kesinlikle öyle. "Maddiyatçı Avrupalı, Amerikalı; Sufizm'de mânâ buluyor" çok eski bir klişe. Hep sorunlu ve kolaycı bir yorumdu zaten ama şimdi bu yeni boyutu tamamen ıskalatıyor: Selefi anlayış, Müslüman olunduğu zaman bir sürü detay bilgiyi öğrenmek zorunda bırakan geneleksel mezheplere nazaran yeni ve büyük bir kopuş yaşamış, kafası keskin kategorilere yatkın bir Müslüman'ı basitliğiyle de netliğiyle de çok daha fazla cezbedebiliyor. Bir de tabii protest bir tarafı var gibi gözüküyor. Özellikle muhafazakâr değil de protest eğilimleri olanlar için daha cazibeli gelebiliyor. Çünkü Malcolm X tarzı, daha sosyal adaletçi, yoksulun ve dezavantajlının dilini konuşarak İslâm'ı adalet mesajı olarak anlayan bir yorum maalesef ülkemizde olduğu gibi orada da çok gelişemedi bu hengâmede. Hamid Dabashi gibi ben de ısrarla Şeriati ve Malcolm X'e dönüp onun üzerinden hikâyemizi yeni baştan kurgulamaya taraftarım. Bu kurgu, insanları halis bir niyetten yola çıkmışken eli kanlı katil olmaya götüren süreçlere de merhem olabilir diye düşünüyorum. Dünya çok zalim bir yer ve hakkı asırlardır yenmiş ve yenmekte olan nice insanın adalet çağrısına kulak verecek, hakka çağıran ve hak içim mücahede eden bir Müslüman kitlesine ihtiyacımız var. Böylesi bir yorum ortaya çıkmadıkça o enerjiyi patolojik yerlere kanalize eden akımlar yeryüzünü fesada vermeye devam edecek diye düşünüyorum.

Radikal hareketler demişken… ABD'deki Müslüman gençlerde Avrupa'dakiler gibi bir radikalleşme eğilimi görmüyoruz, neden?

ABD'in vatandaşlık tasavvuru çok daha geniştir. Bizdeki veya Avrupa'daki gibi ırk üzerinden tanımlamaz kendini. Göçmenlik veya coğrafya üzerinden tanımlar. Beyaz ırkçılığı konusu baki tabii. Onu ayrıca ele almak gerekiyor. Ama bir kez Amerikalı isen (hiçbir etnik anlam yok, dikkat edelim), çoğunluğu oluşturan göçmenlerin ailesine katılmış gibi oluyorsun. O topraklar Amerikan rüyasının yaşanması için ve “burada çalışan kazanır” diye bir vaad var. Nitekim çoğunluk için böyle oluyor. Elbette siyahilerin, Malcolm'un deyişiyle "Amerikan kabusu" üzerine olan şerhimizi düşelim.

Irkçılık dinamiği çok daha farklı burada. Hatta Avrupa'daki ırkçılık dinamiklerini Amerika'da gözlediğimden de çok farklı buldum ben. Bakın ırkçılık bile "beyaz" gibi hiçbir şeyin adı olmayan bir şey üzerinden tanımlıyor kendini. Alman değil Fransız değil. İkinci nesil bir Türk'ün Arap'ın ismi de hele Adam, Sarah, Can (John yazarlar) gibi bir şeyse hiçbir ayrıma uğramayacağını bilmesi söz konusu. Ülkenin sorunları biraz daha farklı kısaca. Almanya sizden Alman olmanızı istiyor, haliyle hele köylerden gelmiş Türkler bu talebi hem zalimce buluyor hem karşılamaktan aciz oluyor. İkinci nesiller de bas bas bağırıyor. Amerika'da ikinci nesil bir Müslüman'a nerelisin diye sorduğun zaman “New Yorkluyum, Detroitliyim, Austinliyim” der. Ben Almanyalılarla askerlik yapmıştım ve hepsi de benden daha memleketliydi. Bu, işin devletlerden kaynaklı tarafı. Bir de göçmenlerden kaynaklı tarafı var. ABD'de Müslüman kitle dikey hareketliliği çok rahat sağlayabilmiş ve Amerikan rüyasını gerçekleştirmiş bir kitle. Doğru veya yanlış, Müslümanlar, Yahudilerden sonra en varlıklı ve eğitimli ikinci unsur diye bir bilgi aklımda kalmıştı. Avrupa'da kendi ülke kırsallarından vasıfsız işçiliğe gelenler ise çoğunlukta. Bu fark, intibak sorununu daha çok derinleştiriyor tabii.

ABD’li Müslümanlar hemen "American Muslim" cemaatine katılıp ekseriyetle iyi halli yaşayabiliyor. Diasporik etnik cemaatler bile çok daha zayıf orada. Mesela Türkiye'ye yakın Almanya'da devletin eli dini de bırakmamış, kişileri de. İnsanın sivil örgütlenmesi devlet öncesi bir örgütlenmedir, öyle olmalıdır. Türkiye'de ne kadar kötü alışkanlık varsa maalesef Almanya'ya sirayet etmiş. Amerikan Müslüman toplumunda bu konularda çok daha açılım ve dönüşüm sağlandığını gözlemiştim ben. Avrupa’da hem sosyal ve siyasî sistem çok dışlayınca hem kendilerinin intibak kabiliyeti çok olmayınca hâliyle daha keskin eğilimler çıkabiliyor. Amerikan sosyal sistemi bu konuda kendi sıhhatini de çok daha temin etmiş oldu aslında. Avrupa'nın öğreneceği çok şey var. Etnik vatandaşlıktan sıyrılacağı zamanların geleceğini ümit ediyorum. Tabii bu, en önce kendi ülkemiz için ortaya koyduğum çaba :)

ABD'deki Müslümanların esas yapacağı şey siyahi Müslümanlarla entegrasyonlarını güçlendirmek. Kendi iyi durumlarına kanıp Amerika'yı harika bir yer görmekten vazgeçmek ve bunun getirdiği muhafazakârlaştırıcı eğilimlerden sakınmak. Avrupalı da öncelikle memleketinden kopmalı. O artık Yozgatlı, Sivaslı değil; Berlinli, Münihli. Orada Türkiye'nin çıkarları için bulunmuyor. O coğrafyanın insanıyla hayırda yardımlaşmak ve dayanışmak için bulunuyor.

Çok popüler bir konu... Çoğu Amerika menşeili ve yine çoğu mühtedi yabancı alimlerin/hatiplerin/vaizlerin Türkiye’de oldukça takip edildiğini görüyoruz, hatta bu konuyu ele alan birçok yayın yaptık. Sen bu fenomeni nasıl yorumluyorsun?

Her yerin sosyolojisi değişiyor tabii ki. Türkiye geleneksel dinî eğilimlerin yeniye yer açmaması bakımından çok daha katı bir yerde bulunuyor. Ben Mısır'da bile yeni ve farklı fikirleri çok daha tartışmaya açık bir insan kitlesi buldum. Malum Afgani-Abduh'un üssü olan bir ülke... Yani insanlar o kadar şeytanlaştırmadan tartışabiliyor. Türkiye'de devlet daimi galip ve muzaffer olduğu gibi medrese de daimi galip ve hegemon. Kendi yokken bile ruhu yeniye fırsat vermemiş :)

Ama sosyoloji devamlı değişiyor tabii ki. Üniversitede çok hissederdim, erkek kadın birlikte iş yapabileceğimiz zeminin hiçbir kodifikasyonu yok fıkıhçılarda. Fıkıh toplumsal gerçekliğin çok gerisinde kalmakta ısrar ediyor, devamlı genç Müslüman'ı aslında sorunun hayatının yanlış kurulmasında ve kendisinde olduğunu hissettiriyor. "Guilt-free" ve saygıya dayalı, insani bir ilişki kurdurmuyor karşı cinsle. Bütün üniversiteyi hatta bütün hayatı günahkârlık duygusuyla yaşatıyor. Böyle olunca ayrımlar ortadan kalkıyor. Bu derin suçluluk duygusu bir zaman sonra bu gerilim ve baskıya dayanamayan genç Müslüman'da türlü patolojik patlamalara yol açıyor, misojinizmden şizofrenik hayat tarzına…

Daha sonra ben, kötü formüle edilmiş bir "anti-modernizm"in patolojilerinin bütün bu trajediye sebep olduğuna kanaat getirdim. Ortada sabiteler var da modernite ile batmış bir insanlık kendini ona döndürecek diye bir hâl çaresi yok. Tersine sabite sanılan her şeyin mukaddimelerinden bağlamına kadar kısıtlı insan zihni eseri olduğunu kavramadan tarihi ve sosyolojiyi geriye sarmaya çalışan bir din anlayışı var. Bunun hegemonyası ciddi bir ayak bağı. Türkiye bu konuda Müslüman dünyadan tanıştığım nice insanın yansıttığına göre çok daha geri bir durumda. Azınlıkta olmak başka, sapık ilan edilerek marjinalize edilmek ve sindirilmek başka. ABD’li hatiplerde din anlayışı geleneksel olduğunda dahi yeni sosyolojiye, asrın idrakine konuşabiliyor anlattıkları İslâm. Bu da önemli bir fark yaratıyor tabii. Kültürel üretimin giderek Avrupa-Amerika'ya kayması her alanda yaşanıyor. Ülkelerimizin kültürel olarak kuraklaşması, dünyaya giderek çok daha tepeden bakarak  cins kafalarını da bir yandan kapı dışarı etmesi, kültürel pespayeleşme, bunların hepsi çok olumsuz bir yekûne tekabül ediyor. Amacı "kültürel hegemonyayı yıkmak" olarak ilan eden bir kesimin âlimleri de kendileri gibi inşa değil imha üzerine hareket ediyor gibi görünüyor.

Şunu da unutmayalım: 20 yıl önce İngilizce vaaz takip eden kişi sayısı çok daha azdı. Özel üniversitelerle birlikte oranı bilemem ama mutlak sayı sonuçta ciddi anlamda arttı. Eğitimli kesimde dil hâlen çok büyük bir engel ve sorun olmaya devam etse de bilen azınlık da azımsanmayacak bir kitle artık. Kısaca, "dindar" kitle Türkiye'de çok daha büyük bir oran, İngilizce eğitim veren üniversiteler çok daha fazla, bunlardan mezun Müslüman genç sayısı mutlak rakamlar anlamında çok daha fazla ve onların tecrübesine konuşabilen İslâm dili de Amerika'dan geliyor. Ben bunlara kafa yorulması gerektiğini düşünüyorum. Elbette kısmî gözleme dayalı, hipotetik ve spekülatif bu önermelerden sonra meydanı bunları sahici ampirik ve antropolojik araştırmalarla inceleyecek bilim insanlarına bırakayım sözü.

Sence Trump Amerikasında Müslümanlar için işler ne yönde değişecek? Yükselmekte olan İslamofobik akıma karşı nasıl bir mücadele mümkün?

Trump Amerikası bir sonuç. Müslümanlar şu halleriyle dünyayla askeri olarak başa çıkamazlar. Bu tabii ülkesi işgal edilen buna direnmesin demek değil. Ama ofansif tavırlar tedafüi değil, hatta masum sivilleri hedef alan tavırlar herkesten çok Müslümanlara zarar veriyor ve bu katiller bunları görmekten aciz ne yazık ki. Dünyaya adalet ve ahlâkımızla örnek olmak varken, nice mazlumlarımızın uğradığı zulmün getirdiği ahlâkî üstünlük bizdeyken çok daha güçlü bir mesajla dünyada iyilik yaratabilirdik. Hatta Filistin ve İslâm konularında sırf demografik olarak bu avantaj elimizdeydi. Ama ne yazık ki 11 Eylül ve sonrası var. 11 Eylül'ün her türlü tahribatını biz hâlen yeterince idrak edemiyoruz. Bu süreç en son metamorfozunu DAİŞ’le geçirdi ve biz daha ne kadar vahşileşebilir bu insanlar derken tahayyülümüzü altüst ederek yeni şerler icat edebiliyorlar.

Bizde kendini şiddetle, zorbalıkla göstermek isteyenler olduğu gibi elbette Avrupalının, Amerikalının da faşisti var, zorbası var ve çok iyi bildiğimiz gibi hep de oldu. Bu zorbayla zorbalıkla mı yoksa ahlâkî önderlikle mi mücadele edilir, bizim sorumuz biraz böyle bir şey. Birtakım Müslümanlar zorbaya karşı zorbalıkla mücadele edelim düşüncesine kapıldı ve bunun sonucunda çok daha fazla kan ve gözyaşı geldi coğrafyamıza maalesef. Trump ne kadar kalabilir kestirmek güç. Trumpvari popülist liderler Avrupa'da ve ülkemizde de aşina olduğumuz üzere yeni bir lider profilini teşkil ediyor.

Peki Trump yönetimi, ABD’de oldukça geniş bir zemini olan Müslüman Kardeşleri terörist ilan eder mi?

ABD'nin İhvan'a karşı tavrı İslamofobik çevrelerin alet olduğu ama esas olarak BAE'den kaynaklanan bir tavır. Washington DC'de ciddi bir Körfez lobisi var ve think-tankler üzerinden dünya başkentinde nüfuz yarışına girişenler arasında başı çekenlerden onlar. Mısır darbesi de ABD'de bir kanadın destek verdiği ama esas Suud ve BAE'nin kotardığı bir işti biliyorsun. Oradan süregelen bir süreç o. Türkiye'de şaşırtıcı sayıda bir muhafazakâr kitlenin desteklediği Trump, Müslüman karşıtı politikalara tam gaz devam ediyor. Simbiyotik bir ilişki var elbette popülistler arasında. Çatışmanın, fazla iç içe geçmiş ve güvensizleşmiş, kırılganlaşmış bir dünyanın hâkim normu olmasının mutsuz ve yerli tabanları güçlü liderlere bağlatıcı bir tesiri var. Trump olmaz başkası olur ama bu yine tabanlardaki çalkalanmalardan ileri gelen bir süreç. Onları da besleyen diğerinin şiddeti. Şiddetin, karşılıklı güç gösterilerinin, diklenmeler ve dayılanmaların, "bullying" dediğimiz zorba öğrenci davranışının devletlerarası yeni adet olması birbirini besliyor, birbirinin benzeri liderleri çıkarıyor. Trump gider başkası gelir ama yerli beyaz Amerikalı tabanın bu güvensiz dünyadaki huzursuzluğunu doğru bir adalet siyaseti ele almadıkça, Müslüman dünyada da adil kişiler görmedikçe bu gidiş zor değişir bence.

İslamofobi'nin Türkiye'nin veya başka herhangi bir ülkenin dış politika aracından çıkması gerekiyor öncelikle. Bu en çok İslamofobi'nin asli mağdurlarına yapılan bir kötülük. Müslüman cemaatinin otonom bir şekilde, kendi öz kaynaklarıyla ve yerel işbirlikleriyle bu konuyu ele alıp dayanışma ağları içinde mücadele etmesini de engelliyor bu meselenin dış politika aleti olması.

Trump gibilerle mücadele de tabandaki dayanışma ağlarıyla mümkün olabilir. Dünyanın bu darboğazdan çıkışını da burada görüyorum. Kaderlerini bu liderlere bağlamışlara gittikçe büyüyen, etnisite ve dini aşan milletlerarası dayanışma ağları çok daha farklı bir dünya kardeşliğinin mümkünatını gösterebilir diye bir ümidim var.

ABD Müslümanlarının Türkiye'ye bakışı nasıl? Farklı segmentler için farklı cevaplar da verebilirsin. Bir de asıl merak ettiğim, Türkiye’den birincil muhatap olarak kimi kabul ediyorlar?

Amerika Müslümanlarının bakışı dediğin gibi hem farklı segmentlere bakılarak anlaşılmalı hem de bu bakışın dinamik ve değişken karakteri de vurgulanmalı.

Ben ilk gittiğimde Merve Kavakçı vakasının yankıları tazeydi ama çok bilinmezdi. Ne Amerikalının ne de Amerikalı Müslüman'ın Türkiye'yi iyi bildiğini görünce çok şaşırmıştım o zamanlar. Hatta “acaba Türkiye, Müslüman ülke mi” diye forumlarda tartışanlar oluyordu.

Merve Kavakçı olayı, başörtüsü yasağı, sekülerist baskılar, bunları çok da bilmeyen ülkelerin kafalarını karıştırıyor. Şunu görmemiz lazım, Avrupa için onlara yakın ve onları ilgilendiren bir konumdayız. Ama Atlantik’i bir kez geçince -2.nesil Araplar arasında da dahil olmak üzere- önemini çok kaybediyor Batı Asya bölgesi. Yeni göçmenler ise aksine çok iyi takip ediyorlardı. Genelkurmay başkanına kadar isimleri biliyorlardı. Erbakan çok iyi bilinen ve takip edilen bir figürdü.

Zaman içerisinde Erdoğan çok daha bilinmeye başlandı. Gülen cemaatini de çok daha fazla kimse öğrenmeye ve olumlu kanaatle anmaya başladı. Açıkçası ben temkinli olmaları yönünde çok telkinde bulunuyordum, Teksas'ta semazen faaliyeti düzenleyecekleri zaman ufak bir ihtilaf yaşamıştık ve M. Şankıti gariptir, onlardan yana tavır almıştı. Bir zaman sonra Erdoğan, Arap dünyasında yeni bir "Nasır etkisi" yaratınca o dalgaya kapıldılar. Türkiye'nin birtakım yeni kurumlarla ABD'de daha çok yer edinmeye başlamasıyla ve ISNA gibi yerlerle eskiden hiç katılımları ve diğer Müslümanlarla kaynaşmaları olmazken giderek kaynaşmaları da durumu çok değiştirdi. Mesela İbrahim Kalın Amerikan Müslümanlarının, benim gibi AJISS-IIIT çevresinin çok içinde olan bir isimdi.

Ama bunlar istisnaydı. Benim Y.Ziya Kavakçı'yla tanışmam mesela çok gülerek anlattığım bir hadisedir. Ben Tebliğ Cemaati’yle Dallas'a 3 günlük huruca gitmiştim, yine yakın arkadaşımla. Sabah namazı vakti yanına gittim selam verdim, benim Lubbock'tan irtibat bulmam konusunda yardımı olabilir mi diye Ali Sarıkaya üzerinden ona ulaşmıştık zamanında, onları hatırlattım. Bana bizim emektar hoca Prof. Dr. Lodhi'yi sordu, ben tanımadığımı söyleyince fena azarladı. Halbuki hoca o sıra Sabbatical'da idi ve ondan tanışmamışız. "Siz Türkler camiye gitmezsiniz, öteki Müslümanlarla kaynaşmazsınız, vs." derken "hocam ben zaten caminin bizzat içindeyim, hatta yeni cami açtık, hep Müslümanlarla olduğum için Türkler beni sevmiyor falan" dedim, öylece yatıştırmıştım.

Son birkaç yılda ise, özellikle Gezi sonrası, hikâye biraz daha farklılaştı. Bilhassa akademik çevrelerde Erdoğan'ı çok daha eleştirel tahlil eden ve İslâm dünyasının diğer otokratik liderlerine benzetenler giderek arttı. Mesela IIIT çevresinden kimi akademisyenler yeni bir Enver İbrahim-Mahathir Muhammed tercübesi yaşadıklarını düşünüyorlardı. Bilhassa Davutoğlu'nun benim "saray darbesi" dediğim süreçle devrilmesiyle İslâm dünyasından çok insan gibi bir nevi aydınlanma yaşamış gibi olduklarını hissettim. Benim arkadaş çevremde o şekilde çok insan var.

Elbette cami cemaatleri biraz daha farklı bakıyor hadiselere. Ahmedinejad, Mısır'da esip gürledikçe halkın nasıl ona tutkun olduğunu oradaki yıllarımda fark ettiysem, aynı şekilde İsrail'e esip gürleyen yeni bir lider olarak elbette ona çok meftun olanlarını gözledim. Şu an sahada değilim çok, o yüzden tabanın tavrına ilişkin daha çok şey söyleyemeyeceğim.

Son kertede zihinlerinde Nâsır, Mübarek, Saddam, Esed gibilerin yaptıkları taze olanlar yahut Amerika'nın liberal kültüründe onların Orta Doğu otokrasisine hep ikrah ile bakmış olan çocukları kolay kolay Türkiye'nin mevcut manzarasına destek vermiyorlar. Camilere giden Erdoğan taraftarı Türkiyelilerin lobileri belli bir kesimi dindarlık paydasında kendileriyle duygudaş kılabiliyorsa da ben mesela aylardır Amerika ve Avrupa'nın çok farklı yerlerinde akademik çevrelerde çok muhalif bir yerden Türkiye'yi anlatırken genelde Araplardan ve diğer Müslümanlardan destekleyici değerlendirmeler almışımdır. Daha yeni Dublin'de Filistinli dostlarımdan bir nevi "yeni uyandık" tarzı sözler duydum. Fehmi Hüveydi'nin de destek çekmesi gibi hadiseleri düşünecek olursak Türkiye hükümetine ilişkin kuşkuların eskiye nazaran çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. Oranları tabii ki bilemiyorum ve tabii ki Erdoğan destekçilerinin hâlâ çoğunlukta olabileceğini tahmin ediyorum.

Şunu hatırlamak lazım; kimlikçi, Müslümancı politikalar çoğunluklar camileri fethediyor. Sesi çok çıkan bir güçlü Müslüman lider, adil bir Müslüman liderden daha çok dikkat çekiyor. Bu konuda Türkiye'nin tabanı ile diğer Müslüman ülkelerin tabanları çok da ayrışmıyor kanaatindeyim.

Teşekkürler...

1. KISIMA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.